Ara

16 Kasım 2010 Salı

Öpüşmenin Faydaları

Nasıl Doğduğunu Biliyor musun?

Kelebek Etkisi

Kelebek Etkisi, 1963 yılında Edward Lorenz tarafından geliştirilmiş bir matematik teorisidir. Bu teoriye göre, bir sistemdeki başlangıç verilerinde yapılacak ufak bir değişiklik, büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilir. Lorenz bu teorisini sunarken ‘’Amazon Ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpışı, Amerika’da bir fırtınaya sebep olabilir’’ cümlesini kullanmış ve teori ‘’Kelebek Etkisi’’ olarak adlandırılmıştır.

Edward Lorenz bir meteoroloji araştırmacısıydı ve hava tahmini için bilgisayarını kullanarak basit bir hava tahmin programı yapmaya çalışıyordu. Bu program için Navier-Stroke denklemini oldukça basitleştirmişti. Lorenz tesadüf eseri bilgisayara daha önce 0.506127 şeklinde girdiği değeri yuvarlayarak 0.506 olarak girdi ve fonksiyonu tekrar çalıştırdı. İki sayı arasında yaklaşık binde bir oranında bir fark olmasına rağmen, süreç içerisinde ikinci hesap, birinci hesaba kıyasla çok farklı neticeler verdi.

Böyle bir sonuç çıkmaması gerektiğini düşünerek, fonksiyonu tekrar tekrar kontrol ettikten sonra bilgisayarında ve programda hata olmadığını görünce bunu bir makale olarak yayınladı. Kaos ya da non-lineer dinamik biliminin başlangıcı olan bu makale sadece meteorologlar için yayınlanan bir dergide unutulup kaldı. Fakat sonra yeniden keşfedildi ve kaos teorisinin başlangıç noktası olarak kabul edildi.

Basite indirgenmiş örneği için,

Bir mıh, bir nal
Bir nal, bir at
Bir at, bir atlı
Bir atlı, bir savaş
Bir savaş bir vatan kurtarır.

Dunning-Kruger Etkisi

New York Stern School of Business’ta görevli psikologlar Justin Kruger ve David Dunning'in tarihe geçmelerine neden olan bulguları, yani Dunning-Kruger Etkisi adıyla literatüre geçecek olan teorileri, Türk sağduyusunun yüzyıllardır cahil cesareti dediği şeydir aslında.
Journal of Personality and Social Psychology’nin Aralık-99 sayısında yayımlanan teorileri özetle, “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” der. Dunning ve Kruger bu çalışmalarıyla 2000 yılında ‘’Ig Nobel Ödülü’’ kazandılar.
Metin çözme, araç kullanma, tenis oynama gibi çeşitli alanlarda yapılan araştırmaların sonucunda şu bulgulara ulaşılmıştır:
-Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
-Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
-Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
-Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.


İki uzman daha sonra, bu teorilerini test etme fırsatı da buldular. Cornell Üniversitesi’nden 45 öğrenciye bir test yaptılar, çeşitli sorular sordular. Ardından öğrencilerden “testin sonucunda ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmelerini” istediler.

En başarısızların (yani sadece yüzde 10 ve daha az doğru cevap verenlerin), testin yüzde 60′ına doğru cevap verdiklerine, ayrıca iyi günlerinde olsalar yüzde 70′e ulaşabileceklerine inandıkları ortaya çıktı.

En iyilerin, (yani en az yüzde 90 doğru sonuç alanların) en alçakgönüllü denekler olduğu (soruların yüzde 70′ine doğru cevap verdiklerini düşündükleri) görüldü.

İki uzman psikolog bu bilinçsizliği, “kronik kendi kendini değerlendirme yeteneksizliğine” bağlıyorlar.

İşin vahim olan yanı, başarısız gruptaki “yetersizlik ve haddini bilmeme” kompleksinin, mesleki açıdan, karşı koyulmaz bir itici güç oluşturması.

Tıp Tarihinin En Büyük Trajedisi ''Thalidomide Faciası''

Günümüzde hemen hemen herkes gebelik sırasında geçirilen bazı hastalıkların ve uygulanan bazı tanı metotlarının ve tedavilerin hem anne hem de çocuk için olumsuz etkilerinin olabileceğini biliyor. Ne yazık ki insanlık bu bilginin bedelini çok ağır bir şekilde ödemiştir. Bu bedel, tarihteki en korkunç tıbbi trajedinin adıdır.
1950’lerin sonu 60’ların başında antibiyotik üretiminde daha ucuz yöntemler bulmak için çalışmalar yürüten Alman ilaç firması Chemie Grünenthal, kimyasal bir kaza eseri tesadüfen bulduğu ve adına “thalidomide” dediği drogu piyasaya sürdü. Yüksek doz thalidomide’e maruz bırakılan hayvanlar üzerinde yapılan bazı testler sonrasında firma, ilacın zararsız olduğunu ve önemli bir yan etkisinin olmadığını duyurdu. Ama bu, büyük bir yanılgıydı.
Chemie Grünenthal, 1955’de ilaç üzerinde ileri araştırmalar ve klinik çalışmalar yapılmadan ilacın ücretsiz örneklerini dağıtmaya başladı. Nöbetlerini önlemek için ilacı almaya başlayan epilepsi hastaları, ilaç alımı sonrası derin bir uykunun ortaya çıktığını, ilacın yatıştırıcı ve sakinleştirici etkilerinin olduğunu bildirdiler. Aslında aynı hastalar drogun diğer yan etkilerinden de söz etmiş fakat bunlar önemsiz kabul edilerek göz ardı edilmişti.
1957 Ekiminde Batı Almanya’daki doktorlar, bulantı ve kusmaya uykusuzluğun eşlik ettiği "morning sickness" (hamilelerde sabah bulantısı) sorunuyla gelen gebe hastaları için thalidomide’in ticari bir formu olan Contergan’a reçetelerinde yer vermeye başladılar. Giderek dünya genelinde yaygınlaşan thalidomide; Distaval, Asmaval, Distaval Forte, Tensival, Valgis, Valgraine.. gibi pek çok marka adı altında piyasaya sürülüyordu. Thalidomid, ayrıca güçlü bir hipnotik sedatif olarak da pazarlanıyordu.

İlacı almaya başlayan hamileler; uykuya eğilim, halsizlik, kabızlık, deride kızarıklıklar, ciddi kafa ve mide ağrıları, ellerde ve ayaklarda uyuşma, baş dönmesi, sinirlilik, titreme, kulak çınlaması, depresyon gibi yan etkilerden söz etmeye başladılar. Bir yıl içerisinde ise thalidomide kullanan anneler, çok sayıda doğumsal anomalili bebek dünyaya getirmeye başladı. En yaygın doğumsal defekt ise; normalden kısa, malforme, yüzgeç benzeri kol ve bacaklarla kendini gösteren "fakomeli (phocomelia)" idi. Hatta bu anomaliyle dünyaya gelen çocuklara "flipper babies (yüzgeçli bebekler)" denmeye başlandı.
Diğer doğumsal bozukluklar ise; gelişimini tamamlayamamış parmaklar, sağırlık, körlük, yarık damak ve kalpte, sinirlerde, cinsel organlarda, böbreklerde, sindirim sisteminde malformasyonlar şeklinde açığa çıkmaktaydı. Bazı vakalarda anneler sadece bir tablet thalidomide almıştı. Özellikle gebeliğin en kritik noktası olan ilk üç ayda (ilk trimester) alınan tek dozun bile fetüs üzerinde feci yan etkilerinin olabileceği daha sonra anlaşılacaktı. Çünkü bu ilaç, anne ile fetus arasında yer alan plasental bariyeri geçip konjenital deformitelere yol açabilen bir teratojendi.
İlaç firmaları başlangıçta, giderek artan thalidomide ile ilişkili doğumsal bozuklukları ve yeni doğan ölümlerini inkâr etse de bu ciddi yan etkiler medya yardımıyla dünya çapında duyulmaya başlamış, saygın tıp dergileri bu drogun çok sayıda yan etkisini detaylarıyla yayımlamıştı. ABD’de ise thalidomide’in izni defalarca FDA tarafından iptal edilmiş, drogun özellikle gebelik döneminde insan metabolizması üzerine etkilerini ortaya çıkaran ileri düzeyde araştırmalar yapılmıştı.

Sonuçta thalidomide tüm dünyada piyasadan çekildi. Fakat bu tıp felaketinden etkilenen aileler ve thalidomide kurbanları için çok geç alınmış bir karardı. Dünya üzerinde 46 ülkeden 10.000’in üzerinde bebek ilacın yan etkisi nedeniyle sakat olarak dünyaya geldi ve bunların yaklaşık yarısı da thalidomide’in yüksek mortalite oranı sebebiyle erişkin bir birey olamadan yaşama veda etti.
Son birkaç yıldır thalidomide yine gündemde. Mantle hücreli lenfoma tedavisinde yüz güldürücü sonuçlar ortaya çıkıyor.

Peki, dünyada bu olaylar yaşanırken Türkiye’de neler olup bitmişti? O yıllarda Türkiye ekonomik bir darboğazın içinde darbelerle ihtilallerle uğraştığı için pek tabi bu ilacı almak için ayıracağı bir parası olmamış ve böylelikle thalidomide ithalatı gerçekleşmemişti. Kayıtlara göre Türkiye’de thalidomide nedeniyle mağduriyet yaşayan ne bir bebek ne de bir aile olmuştur.